Aydınlanma Nedir? Kant’ın çok sade olarak 1784 yılında
soruduğu soruydu. Cevabı ise;“aydınlanma, insanın kendi suçu ile düşmüş olduğu bir ergin olmama
durumundan kurtulmasıdır. Bu ergin olmayış durumu ise, insanın kendi aklını bir
başkasının kılavuzluğuna başvurmaksızın kullanamayışıdır. İşte bu ergin
olmayışa insan kendi suçu ile düşmüştür; bunun nedenini de aklın kendisinde
değil, fakat aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak
kararlılığını ve yürekliliğini gösteremeyen insanda aramalıdır. Aklını kendin
kullanmak cesaretini göster!” (1,2).
Tabii burada, üzerinde
durulması gereken nokta kişilerin ya da toplumların aydınlanmayı isteyip
istememeleri değil, aydınlanma yolunda yürüyebilmek için çeşitli zorlukları
göze alıp alamayacakları şeklinde ifade edilebilir.
Örneğin Fransa; 1789’da
monarşinin devrilerek yerine cumhuriyetin kurulması, Roma Katolik Kilisesinin
reformlara gitmesi ile sonuçlanan ve çok kanlı bir bedel ödeyerek ve Fransız
İhtilali olarak bilinen olayla bu yolda ilerlemiştir.
Oysa İngiltere bu yola
çok daha erken çıkmış; 1215’te Papa III. Innocent, Kral John ve baronları arasında, kralın bazı yetkilerinden feragat etmesini,
kanunlara uygun davranmasını ve hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün
olduğunu kabul etmesini zorunlu kılmıştı. Magna Carta, kralın sonsuz olan
yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlamıştır (3). Ardından yaşanan 1642-1651 yıllarındaki iç savaş, Kral I
Charles’ın yargılanarak idamı ve oğlu II.Charles’ın sürgünü ile sonuçlanmıştır.
Dolayısı ile daha aydınlık bir dünya için Fransa’dan gelen rüzgarları çok önce
aşan İngiltere'de çok önemsememiştir.
Kant’ın sorusu
ile başlayan, mükemmel bir toplum inşa etme düşüncesi aydınlanmacıların hayali
idi. Bu noktada Michel Foucault aydınlanmanın totaliter baskı mekanizmalarını
üretebileceğini anımsatıyor.
Bu da aydınlanmanın diğer yüzü… “Gözetleme ve Cezalandırma” da Merquior’un
ifadesiyle “insanoğlunu özgürleştirmeye ilişkin soylu ideallerin altında yeni
ahlaki değerlerin daha büyük bir toplumsal denetim sağlayacak şekilde
tanımlanmasıdır” diyor (4).
Aslında tarihsel
süreçler göstermiştir ki; böyle bir tehlike her zaman mevcut. Birçok baskı yönetimi,
kendini daha iyi ve ileri bir topluma ulaştıracak tek araç olarak göstererek
iktidara gelmiştir.
Foucault; kendimizi aydınlanmadan veya aydınlanamaya karşı olma ikileminden
kurtarmamız gerektiğini söylüyor ve aydınlanmayı; kendini isimlendiren geçmiş ve gelecek
karşısında konumlandıran ve buna bağlı olarak şimdiki zamanda yapılması
gerekenleri kendimize özgü bir yöntemle ifade edilebilecek bir kültürel süreç
olarak tanımlıyor (5-6-7).
Sonuç olarak; farklı ifade de edilse, her fikre farklı bakış açıları olabileceğini ve bunlara
saygı gösterilmesi gerektiğini sanırım önceden kabul etmemiz gerekir. Ardından fikirlerin farklı yorumlanabileceğini de bilmemiz gerekir.
Bana göre,
bugünlerde yaşanan tartışmalara bakılırsa belki aydınlanmadan öncelikli
sorunumuz tahammülsüzlük diyebilirim. Ve son olarak hem Kant hem de Foucault’a birleştiği nokta, aklımızı kullanmamızın önemi. Kendi kültürel kimliğimizi ve geçmişimizi
tarafsız öğrenmeye çalışmamız bugünlerimizi, yaşadığımız zamanı daha iyi
anlamamızı ve değerlendirebilmemizi sağlayacağını düşünüyorum.
Herkesin herkesi dinleyebilmeye tahammül edebileceği, daha aydınlık
günler dileklerimle...
KAYNAKLAR
(1)I.Kant.
1784. What Is Enlightenment? Mary C. Smith. http://www.columbia.edu/acis/ets/CCREAD/etscc/kant.html
(2)KANT, I (1984). Seçilmiş yazılar. (çev. N.
Bozkurt). İstanbul. Remzi Yayınevi.
(3) http://tr.wikipedia.org/wiki/Magna_Carta
(4) Merquior, J. G. (1986).Foucault.
(çev.N. Elhüseyni). İstanbul. Afa Yayınları
(5)Foucault, M.
(2000). “Aydınlanma nedir”. Özne ve İktidar. (Der.I. Ergüden T.
Birkan) (çev. O. Akınbay). İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 162-192
(6)Foucault, M. (2000). “İki Ders”. Entellektüelin
Siyasi İşlevi. (Der. I. Ergüden, T. Birkan). (çev. Ferda Keskin).
İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 86-117
(7)Foucault, M.(2001). Yapısalcılık ve
Postyapısalcılık. (çev. A.Utku, Ü.Umaç). İstanbul: Birey Yayınları.
.